6 Temmuz 2015 Pazartesi

Geçen yazların izinde

Fotoğraf: Doğukan Güvercin
İnsan ne kadar yol alırsa alsın varmak istediği mutluluk değişmez. Tıpkı dünya gibi her adım hem geleceğe, hem de geçmişe atılır biraz. Yani yol ne kadar uzun sürerse sürsün başladığın yere dönersin en nihayetinde. Küçük bir çocukken, kanattığımız dizlerken, oynadığımız oyunlarken bütün mesele; daldığımız büyüme denizinden sonra yaşamın kıyısında kalıp, dünden büyüttüğümüz tebessümlere sığınarak ayakta kalırız çoğu kez. Şimdiki mutluluğumuz geçmişe duyduğumuz özlem olur yani.

Hani hep derler ya “İnsan yaşlandıkça çocuklaşır” diye. Hayatın kabul edilebilir en esaslı mottosudur aslında bu cümle. İnsan büyüdükten sonra, her adımda biraz daha çocuk olur gerçekten de. Bunun şarkı sözlerinde rastladığımız hep çocuk kalma hâliyle ya da şiirlerdeki çocuğa yüklenmiş masumiyet yüküyle bir ilgisi de olabilir tabii. İnsan büyüdüğünü anladığı andan itibaren çocuk olmak ister çünkü yeniden.  Aşklar, paralar, yaşadığımız hayatlar sevdiklerimiz ve sevmeye çalıştıklarımızdan kaçıranlardır bizi ne yazık! Sevmek, her zaman yeterli olan değildir bu daha da yazık!

Hayatımda tanıştığım ilk otorite dedemdir benim. En kıymetli, en sevgi dolu otorite aynı zamanda. Dedem bu hayata uğramış en sert mizaçlı insanlardan biridir, sanırım. Öyle ki evliliklerini yapmış, çocuklarını büyütmüş, ellisine gelmiş evlatlarının zaman zaman kendisinden çekindiğine şahit olmuşluğum vardır. Dede evinde her zaman dedenin sözünün geçmesi gerektiğini bilmişliğim vardır. Henüz dokuz yaşında, çocukluk kokan yaz sıcağında merdivenlere oturup dedemi izlemiştim ilk kez. Kendisine ne kadar yasak olsa da bir kez daha yakıp Samsun 216 sigarasını, bacak bacak üstüne atmış gününü tamamlıyordu. Sonra aynı evde yaşayan kuzinim yanıma geldi ve belki de çocukluk hayatımız boyunca kurduğumuz en ciddi plan kuruldu: Dedemin içmeyi bitirdiği sigarayı gizlice yürütüp tadına bakma planı! Dedem her gün, hatta hemen her saat bu sigara denen şeyi içiyorsa mutlaka güzel bir yanı olmalıydı. Ama yasaktı, hele ki çocuklar dokunamazdı bile. Yalnızca bakkaldan büyükleri için sigara alırlardı. Büyükleri de para üstlerinin bir kısmını çocuklara vereceklerse tabii! Dedem itinayla içtiği sigarasını bitirip bahçeye fırlattı ve yanımızdan geçerek balkona çıktı. Kuzinim ve ben heyecanla birbirimize baktıktan ve etrafımızda kimsenin olmadığından emin olduktan hemen sonra koşarak dedemin bıraktığı izmariti elimize alıp arka bahçeye geçtik. Önce ben, sonra o birer nefes çektik tütünsüz izmaritten ve tıpkı dedem gibi arka bahçeye fırlattıktan sonra uzaklaştık suç mahallinden. Öyle güzeldi ki bunu yaşamak!

Bu andan tam on dört sene sonra bir bebeğe dönüşmüş yüz yaşındaki dedeme baktım uzun uzun. O eski sert mizacının bir kısmı suretinde kalmış olsa da en fazla bir çocuk kadar hiddetlenebileceği her hâlinden belliydi. Özenle büyüttüğü çocuklarının çocuğu olmuştu artık. Yüzüme bakınca beni hemen tanımayan, ancak “Dede ben Doğukan” dediğimde gözleri gülümseyen ve o andan sonra torununa sarılan bir adamdı artık benim dedem. Annemin babası, çocuklarının babası, çocuklarının bebeği, benim dedemdi. Ellerini ovduran, çayını demli ve yasak dinlemeyerek hâlâ bir keyif sigarası içendi benim dedem. Tıpkı en başta sözünü ettiğim gibi tam on dört senenin ardında, yaşamın sağlam karmaşasında bir Pazar öğleden sonra tekrar çocuk oldum ben. Yılların ardından bazı şeyler beyhude, bazı şeyler bakî kalır. Bazı şeyler değişir, bazı şeyler aynı kalır. Yaşam boyu türlü mutluluk ve bambaşka tatlar tanıdıktan sonra bile.. Yasak ormanlarda dolaşıp, hayata kafa tuttuktan sonra bile.. Aşık olup, gözün ondan başkasını görmediğinde bile.. En güzel Pazar dedenin dizinin dibinde geçen, kaç yaşında olursan ol tekrar çocuk olduğun Pazardır.

Ha unutmadan! Bu ufacık sigara macerasından hemen bir gün sonra kuzinimle oyun sırasında tartışıp “Dede bu sigara içti” diyerek birbirimizi bir güzel ispiyonladık. Güldü dedem, bir şey demedi. Onun otoritesinde en belirgin şey kalbiydi çünkü. Oturdu, bir sigara daha yaktı. Ne güzeldi o yaz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder