18 Eylül 2016 Pazar

Üç Filmin Hikâyesi: In Your Eyes, Woman in Gold ve Julieta


Uzun zamandır izlediğim filmler hakkında yazmadığımı fark ettiğimden son günlerde izleyip çokça sevdiğim üç farklı filmi tek yazıda toplamak istedim. Bunlardan ilki In Your Eyes. Romantik türdeki filmin fantezi tabanlı hikâyesi bana The Lake House’u hatırlattı. In Your Eyes, Amerika’da farklı iki eyalette yaşayan Rebecca ve Dylan’ın çocukluklarından itibaren diğerini kafalarının içinde bir bilinmez (daha çok gaipten gelen ses) olarak taşımalarının hikâyesi. Başlarda bu durumu anlamlandırmak her iki karakter için zor olsa da zaman geçtikçe durumun farkına varıp ilişkilerini sağlamlaştırıyorlar. Tıpkı The Lake House’taki gibi önce birbirlerini tanıyıp, sonra da zaman içinde birbirlerine karşı hislerini büyütüyorlar. Romantik ya da romantik komedi gibi çerezlik filmler (böyle söylediğime bakmayın bu türü epey ciddiye alıyorum) aradığım bir gece karşıma çıkan filmi internetteki kurguya bağlı kötücül yorumlardan ötürü pek sevmeyeceğimi düşünsem de çok sevdim. Özellikle Zoe Kazan ve Michael Stahl-David’in aşırı sempatik performanslarına bayıldım. Hâlâ IMDb puanlarını önemseyen varsa da, filmin 7.1 puanla romantik türüne göre ciddi bir beğeni aldığını da söylemeliyim. Filme dair çok fazla spoiler vermek istemem ama aynadan ilk kez birbirlerini gördükleri sahne ve final sahnesi bile “iyi ki izlemişim” dedirtebilecek güçte.



İkinci film Woman in Gold aynı zamanda gerçek bir hayat hikâyesinin uyarlaması. İkinci dünya savaşı sırasında Avusturya’yı terk etmek zorunda kalan Maria Altmann’ın, ölen kardeşinin mektuplarıyla hatırladığı Adele Bloch-Bauer I başta olmak üzere Gustav Klimt’in yaptığı beş tabloyu Avusturya hükümetinden geri alma hikâyesi. Nazi dönemine geriye dönüşlerle desteklenen filmin senaryosu epey akıcı ve hikâyenin gerçekliği göz önüne alındığında merak uyandırıcı. Ayrıca çeşitli sekanslarla Avusturya’yı izleme olanağı filmin diğer önemli güzelliği bana göre ve müziklerin filmle uyumu oldukça iyi. Helen Mirren Maria Altmann kompozisyonuyla yine harikalar yaratmış, bu kadına bugüne dek hemen her rolünde bayıldım ve hayranlığım devam ediyor. Ryan Reynolds Maria’nın avukatı Randy Schoenberg rolünde (aynı zamanda Arnold Schonberg’in torunu) harikalar yaratmış diyemem ama zaten kendisinden beklediğim oyunculuk performansı eşiği pek yüksek olmadığından hayal kırıklığına da uğramadım. Filmde Helen Mirren’dan sonra en sevdiğim oyunculuk performansı Hubertus Czernin rolündeki Daniel Brühl’ünkü oldu. Oldukça ilgi çekici bir hikâyeyi ele alması bu filmi izlemek için yeterli bana kalırsa, hâlâ pek çok yapıtın Nazi dönemi sonrası gerçek sahiplerinde olmadığı düşünülürse Maria’nın zaferini izlemek herkese fazlasıyla iyi gelecektir.



Üçüncü ve en fazla sevdiğim film izlemek için biraz geç kaldığım Pedro Almodóvar’ın Julieta’sı. Açıkçası Almodóvar’ın herhangi bir filmini izlemek bile beni seyir açısından epey mutlu ediyor ama Julieta son yıllarda çektiği en sevdiğim film oldu diyebilirim. Filme adını veren kadın karakterin gelgitlerle dolu hayatını kendine has sıcaklık ve görkemiyle anlatmış bize Pedro Almodóvar. Julieta’nın gençliğini canlandıran Adriana Ugarte oyunculuğuyla, güzelliğiyle, tarzıyla beni büyüledi ve eminim siz de çok seveceksinizdir. İzlediğiniz filmden beklentiniz genellikle ne yönde oluyor bilmiyorum ama ben Julieta gibi herhangi bir insanın gerçek olmaya pek müsait hayatını ele alan filmleri izlemeyi seviyorum. Klişe hikâyelerle pek sorunum yok yani, hatta bilakis sevdiğimi de söyleyebilirim. Benim önemsediğim nokta o hikâyenin işleniş şekli ve belki de bu yüzden hep yönetmen sinemasına taptım ve de sevdiğim yönetmenlerin filmlerini hep diğerlerinden üstte tuttum. Emma Suárez’in Julieta kompozisyonu da oldukça başarılı ama ben karakteri Ugarte’den izlemeyi daha çok sevdim ve hatta filmin Ugarte’siz kısmı diğerine göre daha az mutlu etti beni. Bana kalırsa Adriana Ugarte son yılların en dikkate değer Almodóvar kadını olmuş. Son olarak filmin sinematografisi, sanat yönetimi ciddi anlamda muazzam. Bu vesileyle keşke Ava’nın oturan adam heykeli gerçek, her yönetmenin sineması da bu denli büyüleyici olsa.



Doğu Güvercin

doguvercin@gmail.com

Eylül 2016

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder