Eylül, Café Society ve Diğer Şeyler
Hepinizin bildiği gibi çok uzun zamandır blog yazmaya vakit
ayıramadım. Bunun sebebi hem yazı konusunda yaşadığım bazı kararsızlıklar hem
de aldığım yeni kararlar. Bu kararları açıklamak için henüz erken olduğunu
düşünüyorum fakat şimdilik Kasım – Aralık gibi yazı yazmaya farklı bir
platformda devam edeceğimi söyleyebilirim. Yazı yazmadığım süre zarfında Bant
Mag. için çeşitli röportajlar yaptım ve bunlara sıklıkla sayfada yer verdim. Bu
röportajları bir kenara koyacak olursak 2016 daha çok müziğe yöneldiğim bir yıl
oldu denebilir. Bol bol albüm keşfedip, canlı performanslar izledim.
2016’nın sonunda dinlediğim albümler hakkında özel bir liste
yapmak istiyorum fakat iki albüme değinmeden edemeyeceğim: Kalben’in ilk albümü
ve Redd’in Mükemmel Boşluk albümü. Bu iki albümle ilgili detaylıca birer
inceleme yazısı yazmak istesem de kendimi kaptırdığım rehavet rüzgârından bir
türlü kurtulamadığım için bu ne yazık ki mümkün olmadı. Her iki albüm de bütün
bir yıl başucu albümüm oldu diyebilirim. Her ikisinin de tek tek her şarkısı
ciddi birer mucize.
Kalben’in albümünü en başta sound olarak biraz yadırgasam da
(sürekli canlı ve akustik performansları dinlemenin sonucu olarak) zamanla
alışıp çok sevdim. Bir tek Haydi Söyle’nin albüm kaydını bir türlü
benimseyebilmiş değilim. Albümün ilk çıktığı dönemde favorim Fırtınalar olsa da
şu an en sevdiğim kayıt şüphesiz Mitoz Mayoz. Gerçi albüm baştan sona hiç
atlamadan sevdiğim şarkılarla dolu ama dinlediğim her albümden mutlaka geleceğe
saklayacağım bir favori şarkı seçme gibi bir huyum var. Albümden şimdiye dek
iki klip çekildi, ikisini de tam olarak beğenmedim. Hele Sadece’ye çekilen
klibi ciddi anlamda beğenmediğimi söyleyebilirim. Sanırım ikisini de Gürcan
Keltek çekti. Gürcan Keltek’in kliplerini büyük bir çoğunluğun aksine beğenmiyorum.
Nadir olarak beğendiklerim de var tabii. Örneğin Manga’nın Bize Müsaade Ettim
şarkısı için çektiği klip favorilerim arasında.
Redd’in Mükemmel Boşluk albümünü birkaç erteleme sebebiyle
uzunca bekledim. Ayrıca grup dağıldığı ve bu durumun müziklerini etkileyeceğini
bildiğim için bu bekleyiş süresi oldukça sabırsız olduğumu söyleyebilirim.
Albümün ilk teklisi klasik bir Redd şarkısı gibi gelse de (bu arada kendisine
ilk andan tutulduğumu belirtmeliyim) diğer şarkıları dinledikçe radikal
değişimi fark edebiliyorsunuz. Albümün ilk şarkısı Kalpsiz Romantik’in introsu
bu farkındalığı yaşamak için yeterli örneğin. Albümden favori bir şarkı seçmek
çok zor çünkü sahiden her şarkı birbirinden güzel ve insanı farklı bir yerden
yakalıyor. Onlar Bile Üzülürler ve Kanıyorduk bu noktada aklıma gelen iki şarkı
olsa da bu kararı henüz verebilmiş değilim, 2016 listemde mutlaka açıklayacağım
ama. Grup içindeki bölünmenin albümü olumsuz etkilediğini söyleyen çok az yorum
gördüm ve hiçbirine katılmıyorum. Bana kalırsa Redd Mükemmel Boşluk ile uçmuş
ve hatta son on yılın (hep öyle denir ya, bana kalsa tüm zamanların) en iyi
albümlerinden birini yapmış. Çıktığı andan beri deli gibi dinlememe rağmen hâlâ
hiçbir şarkısından sıkılmadım.
Game of Thrones, Orange Is The New Black ve Mr. Robot (hâlâ
bitiremedim) dışında pek fazla yabancı dizi izlemedim. İçinden geçtiğimiz
rahatsız edici olayların etkisiyle Hatırla Sevgili’ye yeniden başladım ve
diziyi yeniden, bugün gözünden izlemek bana çok iyi geldi. Bugünün ne büyük bir
tekerrür olduğunu anlamak için herkese diziyi yeniden (henüz izlememiş olanlar
da tabii) izlemeyi tavsiye ediyorum. Son olarak geçtiğimiz hafta Woody Allen’ın
son filmi Cafe Society’i nihayet izleyebildim. Woody Allen’ın dünyası beni her
koşulda mutlu edebiliyor, bu sebeple eleştirmenlerin sevmediği pek çok filmini
fazlasıyla sevebiliyorum ve bu filmini de sevdim fakat yönetmenin diğer
filmlerine kıyasla en az sevdiğim filmi oldu. Özellikle ikinci yarı seyir adına
biraz sıkıntı barındırsa da final sahnesini çok sevdim. Jesse Eisenberg, Corey
Stoll ve Jeannie Berlin’le birlikte filmdeki en sevdiğim performansın sahibi
oldu. Kristen Stewart’ın oyunculuğunu bir kez daha sevmedim. Steve Carell için
olumsuz bir şey söyleyemem ama kendisini ve oyunculuğunu pek sevmiyorum. Film
1930’lu yılların Hollywood’unda geçiyor ve dönemin ışıltısını epey başarılı bir
sanat yönetimiyle veriyor.
Çok yakın zamanda yukarıda bahsi geçen yeni kararlar hakkında daha detaylı bilgi vereceğim. Bu arada yazının bayramın ilk günü yayınlanıyor olması
tamamen rastlantı, herkese iyi bayramlar!
Doğu Güvercin
doguvercin@gmail.com
Eylül 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder