24 Şubat 2016 Çarşamba

Mustang'i Sevmek ve Ölesiye Nefret Etmek


Beş kız kardeşin trajik, yer yer ağdalı kadınlığa sürükleniş hikâyesini anlatan Mustang hepimizin çok iyi bildiği gibi geçtiğimiz senenin en dikkat çeken filmlerinden birine dönüştü. Öyle ki Marion Cotillard, Emilia Clarke başta olmak üzere pek çok acayip ünlü şahıs filme övgüler yağdırdı (hatta James Franco Mustang sevgisini biraz daha abartarak yılın en iyi filmi olduğunu bile söyledi). Film yalnızca bu övgülerle yetinmeyip ödül sezonunda deyim yerindeyse kategorisinde ne var ne yoksa topladı, toplayamadığına da adaylığını koydu. Bunlardan en önemlileri de şüphesiz Yabancı Dilde En İyi Film kategorisinde Golden Globe ve Oscar adaylıkları oldu (Fransa’dan tabii, bizimle ilgisi yok). Golden Globe’u kazanamamış olsa da Oscar için hâlâ şansının olduğunu söylemek mümkün. Son olarak Cesar’dan dokuz adaylık aldığını eklemeyi de unutmayalım. 


Mustang, bu denli başarıya imza atarken oldukça büyük bir kesim tarafından da senenin en fazla şişirilen filmi olarak görülüyor. Öyle mi derseniz, bunun cevabı filme nereden baktığınıza göre değişir. Öncelikle Mustang kesinlikle geçtiğimiz senenin en iyi filmi değil (bunda hemfikir olalım), ciddi bir top liste oluşturacak olursak en iyilerinden biri bile olacağını düşünmüyorum ama karşı taraftan bakmayı denediğimde de abartıldığı kadar kötü bir film olmadığını çok rahat söyleyebilirim. Filmle ilgili yadsınamaz bir diğer başarıysa PR çalışması. Yapım şirketi Cohen Media filme hem yazım, hem prodüksiyon aşamasında ciddi bir şekilde yatırım yapmışken tanıtım aşamasındaki hamleleriyle de bunu destekledi. Film Oscar’a Türkiye adına gönderilseydi yankıları bu kadar şiddetli olmayacaktı yani.



Filmdeki hikâyenin çıkış noktası yönetmenin değinmek istediği mesele hâlâ bir şekilde içinde olduğumuz, kurtulamadığımız toplumsal yara olan çocuk yaşta evlilik ve yüksek dozda mahalle baskısı. Fakat böyle bir konuyu işleyebilmek için önce o konuyu çok iyi gözlemleyip hatta yaşayıp tanımak gerekir. Filmin yurt dışında çok fazla sevilirken ülkemizde bu kadar çok eleştirilme sebebi de bu bana kalırsa. Yönetmen Deniz Gamze Ergüven Fransa’da yaşayan ve kültürel olarak Türkiye’den uzaklaşmış bir insan, yanına bir de Fransız senarist Alice Winocour eklenince senaryo epey dışarıda kalmış bir gözün penceresinden anlatılmış oluyor. Filmde yer alan bazı sahneler yönetmenin yaşadığı ve şahit olduğu olaylardan esinlenme olsa da genel hikâyeye katkısı pek yeterli olmamış. Biz hayatımızın gerçeğine dönüşen bir hikâyeye yabancı kalmış olurken meseleyle ilk kez karşılaşan insanlar haddinden fazla sevip ilginçliğini sarmaladı. Buna rağmen Mustang’in hissiz bir film olduğunu söylemek zor. Bahsettiğim hikâyeye sahip olması bile bunu mümkün kılmıyor zaten. 


Sözün kısası 26 Şubat’ta Başka Sinema ile yeniden vizyona giriyor film, adaylıkları ve topladığı ödüllerden sonra (bir de Türkiye’deki ilk vizyon deneyiminde göremediği ilgi eklenince) başarılı bir PR hamlesi daha bu. Henüz izlemeyenler, filmden yalnızca kulaktan dolma bilgilerle haberdar olanlar için de güzel bir fırsat üstelik. Katı eleştirilerdeki gibi filmi izledikten sonra “Ben bu filmi hiç beğenmedim” havasına gireceğinizi pek zannetmiyorum zira akıcı senaryo dinamiğiyle izlemesi keyifli bir film Mustang aslında. Sevmek ve nefret etmek arasındaki incecik çizgide durmak pek fazla sevdiğimiz bir durum olmadığı için olumlu ve olumsuz eleştirilerin şiddeti birbirine bu kadar zıt. Filmin bu kadar sükse yapmasının önemli sebeplerinden biri de olabilir bu aynı zamanda. Yine de sonuç ne olursa olsun, deli gibi sevip, ölümüne nefret edecek bile olsanız Mustang geçtiğimiz sezonun izlenmesi gereken filmlerinden biri. Filmle ilgili eksik bir şeylerin olduğunu hissetseniz bile salondan mutlu ayrılabileceğiniz düşüncesindeyim.



Doğu Güvercin

doguvercin@gmail.com

Şubat 2016



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder