Mustang'i Sevmek ve Ölesiye Nefret Etmek
Beş kız kardeşin trajik, yer yer ağdalı kadınlığa sürükleniş
hikâyesini anlatan Mustang hepimizin çok iyi bildiği gibi geçtiğimiz senenin en
dikkat çeken filmlerinden birine dönüştü. Öyle ki Marion Cotillard, Emilia
Clarke başta olmak üzere pek çok acayip ünlü şahıs filme övgüler yağdırdı (hatta
James Franco Mustang sevgisini biraz daha abartarak yılın en iyi filmi olduğunu
bile söyledi). Film yalnızca bu övgülerle yetinmeyip ödül sezonunda deyim
yerindeyse kategorisinde ne var ne yoksa topladı, toplayamadığına da adaylığını
koydu. Bunlardan en önemlileri de şüphesiz Yabancı Dilde En İyi Film
kategorisinde Golden Globe ve Oscar adaylıkları oldu (Fransa’dan tabii, bizimle
ilgisi yok). Golden Globe’u kazanamamış olsa da Oscar için hâlâ şansının
olduğunu söylemek mümkün. Son olarak Cesar’dan dokuz adaylık aldığını eklemeyi
de unutmayalım.
Mustang, bu denli başarıya imza atarken oldukça büyük bir
kesim tarafından da senenin en fazla şişirilen filmi olarak görülüyor. Öyle mi
derseniz, bunun cevabı filme nereden baktığınıza göre değişir. Öncelikle
Mustang kesinlikle geçtiğimiz senenin en iyi filmi değil (bunda hemfikir
olalım), ciddi bir top liste oluşturacak olursak en iyilerinden biri bile
olacağını düşünmüyorum ama karşı taraftan bakmayı denediğimde de abartıldığı
kadar kötü bir film olmadığını çok rahat söyleyebilirim. Filmle ilgili
yadsınamaz bir diğer başarıysa PR çalışması. Yapım şirketi Cohen Media filme
hem yazım, hem prodüksiyon aşamasında ciddi bir şekilde yatırım yapmışken
tanıtım aşamasındaki hamleleriyle de bunu destekledi. Film Oscar’a Türkiye
adına gönderilseydi yankıları bu kadar şiddetli olmayacaktı yani.
Filmdeki hikâyenin çıkış noktası yönetmenin değinmek istediği
mesele hâlâ bir şekilde içinde olduğumuz, kurtulamadığımız toplumsal yara olan
çocuk yaşta evlilik ve yüksek dozda mahalle baskısı. Fakat böyle bir konuyu
işleyebilmek için önce o konuyu çok iyi gözlemleyip hatta yaşayıp tanımak
gerekir. Filmin yurt dışında çok fazla sevilirken ülkemizde bu kadar çok
eleştirilme sebebi de bu bana kalırsa. Yönetmen Deniz Gamze Ergüven Fransa’da
yaşayan ve kültürel olarak Türkiye’den uzaklaşmış bir insan, yanına bir de
Fransız senarist Alice Winocour eklenince senaryo epey dışarıda kalmış bir
gözün penceresinden anlatılmış oluyor. Filmde yer alan bazı sahneler yönetmenin
yaşadığı ve şahit olduğu olaylardan esinlenme olsa da genel hikâyeye katkısı
pek yeterli olmamış. Biz hayatımızın gerçeğine dönüşen bir hikâyeye yabancı
kalmış olurken meseleyle ilk kez karşılaşan insanlar haddinden fazla sevip
ilginçliğini sarmaladı. Buna rağmen Mustang’in hissiz bir film olduğunu söylemek
zor. Bahsettiğim hikâyeye sahip olması bile bunu mümkün kılmıyor zaten.
Sözün kısası 26 Şubat’ta Başka Sinema ile yeniden vizyona
giriyor film, adaylıkları ve topladığı ödüllerden sonra (bir de Türkiye’deki
ilk vizyon deneyiminde göremediği ilgi eklenince) başarılı bir PR hamlesi daha
bu. Henüz izlemeyenler, filmden yalnızca kulaktan dolma bilgilerle haberdar
olanlar için de güzel bir fırsat üstelik. Katı eleştirilerdeki gibi filmi
izledikten sonra “Ben bu filmi hiç beğenmedim” havasına gireceğinizi pek zannetmiyorum zira akıcı senaryo dinamiğiyle izlemesi keyifli bir film Mustang aslında. Sevmek ve nefret etmek arasındaki incecik çizgide
durmak pek fazla sevdiğimiz bir durum olmadığı için olumlu ve olumsuz
eleştirilerin şiddeti birbirine bu kadar zıt. Filmin bu kadar sükse yapmasının önemli sebeplerinden biri de olabilir bu aynı zamanda. Yine de sonuç ne olursa olsun, deli gibi sevip, ölümüne nefret
edecek bile olsanız Mustang geçtiğimiz sezonun izlenmesi gereken filmlerinden
biri. Filmle ilgili eksik bir şeylerin olduğunu hissetseniz bile salondan mutlu ayrılabileceğiniz düşüncesindeyim.
Doğu Güvercin
doguvercin@gmail.com
Şubat 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder