Önsöz;
Aşk, ruha kendini katan karanlık bir gölgeydi. Arzuladığı
bedeni yakalamasını iyi bilirdi. Tek ihtiyacı zamandı ve çok çabuk ulaşırdı
emeline. Üstelik kimse kaçmaya çalışmazdı bu karanlıktan, aksine daha çok
gömülmek isterdi. Derinleştikçe daha somut hissedilir, daha belirgin acılar
saplardı bedenlere. Peki aşk neden hep toz pembe gösterilmek istenmişti bilinen
tüm hikayelerde? Mutluluk ile hiçbir zaman yan yana durmayan bu tutku neden hep
pembe hayallerle süslenmişti? Aşkın o pembeliğine inananlar, aşkı hiç
yaşamayanlar olacak yazık..
Aşk, acıttığı gibi mutlu etmesini de bilir diye bir şey de
yoktur. Aşk acıtmayı bıraktığında, aşk olmayı da bırakır aslında. Maşuğunuzu
düşündüğünüzde ağlamak, kalbinizde oluşan tanımlayamadığınız ağrı ve tükenmek
yerine kendini yenileyen hasretin nesi yaraşır mutluluğa?
Aşk, bir imtihandır aslında. Daha çok bir ölüm provası. Aşkı
pembe bulutlara benzetenler, ölümden ve karanlıktan korkanlardır. Güçlü
erkeklere bakarken, karanlıktan korkmayan kadınları göremedi gözlerimiz. Oysa
onlardı hep aşkta güçlü taraf. Vazgeçmeyen, savaşan ve yaşatan onlardı her
defasında. Yaşattıkları uğruna ölmeyi çok iyi bilenlerdi onlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder