26 Ekim 2012 Cuma

Woody Allen ve İstanbul



Yeni bir Woody Allen filmini izleyen herkesin yeniden hücum ettiği soru: “Woody ne zaman İstanbul’dan bir hikaye çekecek?” Bu sorunun temeli sanıldığı gibi Woody’nin Avrupa turunun başlangıcına dayanmıyor aslında. Midnight in Paris’in yönetmeni de şaşırtan popülerliğinin ardından duymaya başladığımız ve bir anda bir çok dış yapımın ülkede çekilmesinin ardından daha bir kesin gözle baktığımız ki cevabının olumlu olduğuna günden güne daha fazla inandığımız bir konudur bu. Bundan daha önemli olan soru ise “Woody Allen gerçekten de bir gün ülkemizde film çekecek mi?” olmalı.

Değişen hikayeye göre bulunduğu ülkeyi kimi zaman oldukça kasvetli ve gri gösterebilen yönetmenin, Barcelona ve Paris’i bize nasıl cennet olarak sunduğuna şahit olduk. Aslında en önemli konu da bu.. Bir şekilde bütün bu maceranın tıkandığı konu; “İstanbul nasıl anlatılır?”

Woody beklentilerin bu denli fazlalaştığını fark ediyor olmalıdır ki aslında bu pek sevinilmesi gereken bir şey de değil. Yüksek vergilerden kaçmak uğruna aşık olduğu New York’tan vazgeçen ve kendini Avrupa ülkelerine adayan yönetmen bir çok ülkeden bu konuda davet alıyor ve onun şehir güzellemelerini izleyen hemen hemen herkes yönetmenin kendi şehrinden bir hikaye anlatmasını istiyor. Bu biraz da “Bizim şehrimizin tanıtılmaya ihtiyacı var sen de güzel filmler çekiyorsun ve çektiğin filmler dünya çapında seyirci ile buluşuyor. Bizim ülkemize ya da şehrimize de bir güzelleme yap turist çekelim, gelirimiz artsın” düşüncesi elbette. Peki bu bir yönetmene yakışır mı? Hayır. Woody Allen’a yakışır mı? Daha büyük bir hayır.

Bir yönetmenin film çekebilmesi için bütün kolaylıkların sağlanması ve ona sağlam bir zemin hazırlanması o yönetmen için müthiş güzel bir duygudur herhalde ancak bununla beraber aynı oranda büyük bir sorumluluk yüklüyordur insana. Bunun dışında benim asıl merak ettiğim şey Woody Allen’ın Avrupa’da hikaye anlatmaya son verip vermeyeceği. Kendisi sinema tarihinin en verimli yönetmenlerinden biri olmakla beraber en iyi yazarlarından biri. Ancak yönetmenin son çektiği filmlere bakıldığı takdirde aradaki somut benzerlikleri görmek pek de zor olmuyor. Her yönetmenin kendine has, imza niteliğinde imgeleri ve tarzı var bu kabul edilebilir fakat zamanla işin içine tekerrür girerse ne olur? Paris’i çok seven adam, Londra’da kendini bulan adam, Barcelona’ya aşık olan kadın.. Son olarak Roma durağı ile özgün olmakla beraber, çoğu kez aynı vurguları taşıyan hikayeler bunlar. Farz-ı muhal yeni filmini İstanbul’da çekmeye karar verdi Woody, her filmde yer alan Amerikalı entelektüel insan topluluğu bu filmde de yer alacak mı? İstanbul’un belli köşelerine dağıttığı star oyuncu kadrosunu aynı hikayenin türevi ile bize sunacak ve kendince güzel bulduğu mekanları sahne geçişlerinde kullanarak bize büyük bir katkıda bulunacak. Herkesin beklediği ve olması muhtemel -hala farz-ı muhal üzerinden devam ediyorum tabi- bu. Bir de bilindiği gibi eleştiriyi seven ya da hali hazırda görünen ancak saklı kaldığını düşündüğümüz yönlerimizin bilinmesinden hiç hoşlanmayan bir millet olarak ondan saf bir güzelleme bekleyeceğiz. Aksi olursa şayet belki de filmi boykot edeceğiz! Yani her ne kadar “İstanbul” zemini ile çıksak da konu bütün bir filmografiye geliyor elbette ki.. Baştan sona ütopik bir yazı gibi dursa da aslında gerçeklemesi muhtemel bir olay tabi bu ancak henüz zaman varmış gibi gözüküyor. Avrupa’da dolaşan gezgin yönetmenin bir durağı da İstanbul olabilir zamanın birinde çok rahat. İlla ki olsun diye bir tutturma durumu yok tabi ama olursa da fena olmaz hani..

Not: Yazı boyunca Woody Allen filmografisinin geleceği hakkında veryansın etsem de, yönetmenin çok büyük bir hayranı olduğumu belirtmeliyim. Senaryo konusuna gelince; söylediğim gibi değişmeyecek şeyler olacaktır yani klişeler devam edecektir ancak Woody Allen’ın senaryo konusunda en ufak bir sıkıntı yaşayacağına dair de bir şüphem yok.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder