13 Kasım 1982 / Leman
Beni, üzerindeki fırtınanın cesareti ile coşan bu deli dalgalara getirmişti yalnızlığım. Sonucu kestirdiğim ancak ne yapacağımı bilemediğim durumlardaki çaresizliğim geldi sonra. Birkaç saatim vardı şimdi tahminen. Düşünmeli, konuşabileceğim cümleler oluşturmalıydım aklımda ve saklamalıydım onları ayrılık saatine. Zorunlu bir ayrılık olacaktı bu. Kendi ektiğimi biçecektim karanlık çöktüğünde. Şu an, annemin ne kadar haklı olduğunu düşünmek için en uygun zamandı galiba. Bir de ağlayamamak vardı tabi. Uzun zaman önce beni terk eden bu duyguya her şeyden daha çok ihtiyacım vardı şimdi. Sağlam bir ağlama, çoğu zaman her şeyi yoluna koyabilme özelliğine sahipti. Ağlayamamamın sebebi son ağlayışımdı. Bir insanın hayatına serpiştirdiği ağlamayı bir ana sığdırmıştım ben. Tuhaf olan şey ise o anı düşündüğümde canımın eskisi kadar yanmaması. Ya arsızlaşıyordum giderek, ya da zaman her yaranın ilacıydı gerçekten. Rüzgar her zamankinden sert çarpıyordu suratıma ve ne yapacağımı tam olarak bilmediğim bu anda her şeyden daha iyi geliyordu bana. Güneşsiz günleri sevmediğimi sanırdım önceleri fakat bu gri yalnızlık beni benden bile iyi tanıyordu. Aslında bir çok kişi beni benden daha iyi tanıyordu. Bu herkeste aynı mı bilmem ama insan sadece ne olmak istediğini biliyor ve o olmayı kafasına o kadar keskin koyuyor ki, bir süre sonra kendini gerçekten o sanıyor.
Beni, üzerindeki fırtınanın cesareti ile coşan bu deli dalgalara getirmişti yalnızlığım. Sonucu kestirdiğim ancak ne yapacağımı bilemediğim durumlardaki çaresizliğim geldi sonra. Birkaç saatim vardı şimdi tahminen. Düşünmeli, konuşabileceğim cümleler oluşturmalıydım aklımda ve saklamalıydım onları ayrılık saatine. Zorunlu bir ayrılık olacaktı bu. Kendi ektiğimi biçecektim karanlık çöktüğünde. Şu an, annemin ne kadar haklı olduğunu düşünmek için en uygun zamandı galiba. Bir de ağlayamamak vardı tabi. Uzun zaman önce beni terk eden bu duyguya her şeyden daha çok ihtiyacım vardı şimdi. Sağlam bir ağlama, çoğu zaman her şeyi yoluna koyabilme özelliğine sahipti. Ağlayamamamın sebebi son ağlayışımdı. Bir insanın hayatına serpiştirdiği ağlamayı bir ana sığdırmıştım ben. Tuhaf olan şey ise o anı düşündüğümde canımın eskisi kadar yanmaması. Ya arsızlaşıyordum giderek, ya da zaman her yaranın ilacıydı gerçekten. Rüzgar her zamankinden sert çarpıyordu suratıma ve ne yapacağımı tam olarak bilmediğim bu anda her şeyden daha iyi geliyordu bana. Güneşsiz günleri sevmediğimi sanırdım önceleri fakat bu gri yalnızlık beni benden bile iyi tanıyordu. Aslında bir çok kişi beni benden daha iyi tanıyordu. Bu herkeste aynı mı bilmem ama insan sadece ne olmak istediğini biliyor ve o olmayı kafasına o kadar keskin koyuyor ki, bir süre sonra kendini gerçekten o sanıyor.
Hiçbir zaman başka hayatları
düşleyen bir insan olmadım. Başka hikayelerin kahramanı olmak
bana hiç cazip gelmedi. Tek isteğim; hikayemdeki bazı kahramanlara
ufak özellikler ekleyebilmekti. Misal; “sana aşığım” diyen
bir erkeğin bir süre sonra “ayrılmak istiyorum” dememesi
gerekiyordu şahsi ütopyamda. Böyle bir hakkı kendilerinde
bulmaması gerekiyordu insanların. “Aşk zayıflıktır” derdi
annem hep ve ben “Aşk güç verir” derdim her defasında. Şimdi
anlayabiliyorum gerçekten kimin haklı olduğunu. Asıl güç veren
aşk değil, aşkı kaybetme korkusu. Ama bir yandan da biliyordum ki
annemin bu sözü, hayatının en büyük serzenişiydi. Delicesine
aşkı tatmış bir kadının kızı olduğum için şanslıydım ki,
kendimi anlatabilme olanağım vardı. Türkan’ı anlayabilmesinin
en önemli sebebi de buydu. Babam ise farklıydı. Aşkı
barındırmayan, boş hayatlardan birini yaşıyordu. Hayatta en çok
acıdığım topluluğun en önemli temsilcisiydi benim babam. Asla
aşık olamazdı onlar. Belki de annem sadece bunun için seçmişti
babamı. Hatta şimdi düşününce başka bir nedeninin olamayacağı
çok daha iyi anlaşılıyordu.Tarık kime benzemişti acaba? Annenin
kaderi kızlara derlerdi ve bizim hikayemizde son derece doğruydu
bu. Ama Tarık babama benzemiyordu, bundan eminim. Böyle düşünmemin
sebebi sadece ona benzemesini istememem de değil üstelik. Ona
benzemiyordu fakat anneme de benzemiyordu. Hiç kız arkadaşı
olmamasını tuhaf bulup hemcinslerinden hoşlandığını sanmıştım
ancak öyle olmadığını anladım. Yalnızlık onun en büyük
aşkıydı. Belki şanslıydı da aslında.. Ben duruldukça, daha da coşuyordu
dalgalar. Bana mı kızıyorlardı yoksa? Suskunluğumda bir kusur mu
buluyorlardı? Belki de bağırıp, haykırmamı istiyorlardı.
Hayatımın kendilerine bulaşmasını istiyorlardı belki. Buraya
yanaşan her bedenin yaptığı şeyleri yani. Ama söylediğim gibi
ben farklıydım, ya da benim gibi olanlar ile aynı. Haykırmak
yoktu benim hayatımda. En ufak serzenişlere bile yer yoktu. Susmayı
iyi bilirdim ben. Susardım ve gerek duyduğumda konuşurdum sadece.
Kendimle konuşmayı severdim ama, hatta bu konuda tam bir
gevezeydim.
Havanın kararmasını ve Selahattin’in
gelmesini aynı anda fark ettim. Yavaşça oturdu yanıma. Bilinçli
bir şekilde bakmıyordu yüzüme. Ağzından hiçbir kelime
çıkmamıştı ve dümdüz karanlık dalgalara bakıyordu. Cebinden
bir sigara tablası çıkardı ve bir sigara yaktı. Hayatının en
acı günündeymiş gibi içiyordu sigarayı. Oysa yanımda sigara
içmezdi. İçmemesini istediğimde olumlu karşılamıştı bunu.
Ama şimdi durum farklıydı. Kalbindeki yerim yok olmuştu. Ya da
acaba hiç varolmuş muydu? Bunu sorsam bana kızar mıydı?
Benden ayrılacağını geçen gece
kestirmiştim. Son görüşmemizde.. Yüzündeki çaresizlik her şeyi
belli etmişti. Ama her zaman en iyi yaptığım şeyi yaptım.
Beklemek her zamankinden zor olsa da, sustum ve bekledim.
“Konuşmuyorsun.” dedi bana
bakmayarak. “Beni hala tanımıyorsun” dedim içimden ve sustum.
Bana “Artık bu şekilde yürümüyor” demesini bekledim. Sustum
ve “Karım şüphelenmeye başladı” demesini seyrettim. “Seni
seviyorum ama artık devam edemem” , “Ne kadar zor olduğunu sen
de biliyorsun” ve “Ayrılmak istiyorum” demesini izledim
sabırla. Konuşma sıramın yaklaştığını hissediyordum ama ne
söyleyeceğimi bilmiyordum. “Bu şekilde susamazsın” dedi
başını ilk kez bana çevirerek. İşte bu tuhaftı. Çünkü ben
ona “Beni terk edemezsin” diyemiyordum. Ya da “En başında
bunları düşünmedin mi?” deme hakkımda yoktu. Ama o benim
susmamamı istiyordu. “Söylenebilecek her şeyi söyledin
ve benim söyleyeceğim hiçbir şey bu durumu değiştirmez” dedim
sadece. Karşıya bakıyordum, karanlık dalgalara. Kafasını
salladığını görebiliyordum ancak. “Her şey için teşekkürler”
dedi ve ayağa kalktı. “İstersen seni evine bırakabilirim”
dedi son bir iyilik yapma arzusuyla. Kafamı salladım. Yüzüme
dikkatlice baktı. Ağlayıp ağlamadığımı kontrol ediyordu.
“Ağlamıyorum. Bu tuhaf mı sence?” dedim ilk kez gözlerine
bakarak. Arkasını döndü ve gitti. Bu onun en iyi bildiği şey
olmalıydı. Oysa ben onun gelişlerinde de ne kadar usta olduğunu
bilirdim. Sevdiğim adam uzaklaşıyordu her saniyede benden. Keşke
Türkan yerine ben ölseydim. En azından o mutlu sonuna
kavuşabilirdi böylece.
Dalgalar giderek şiddetlendi. Bana
neden bu kadar kızgınlardı? “Sen bir aptalsın” diyordu
içlerinden biri. Tebessümümü sunuyordum ona saygıyla. “Demek
sen de tanıyorsun beni” diye geçirdim içimden.
Selahattin ile aramızdaki aşkın
bittiğini sanarken, canımı yakan bu şey neydi peki? Bunu anlamak
ve koyabilmek için adını epey zamanım olacaktı anlaşılan.
Ayağa kalkmak zordu, tıpkı yaşamak gibi. Ayağa kalktım ve
hayatıma doğru yürümeye başladım. Adımlarım ürkek olsa da
ilk başta, zamanla sağlamlaşacaklardı biliyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder