Henüz
öğrenciyken anılarınızdan beslenerek yazdığınız senaryo Halit Refiğ tarafından
filme alınıyor ve “Teyzem” sinemamızın kült yapımlarından biri hâline geliyor.
Bu filmden sonra da sizi önce senaryolarınızla, daha sonra yönetmenliğinizle tanıyoruz.
Kendi çektiğiniz filmlerde de hep farklı, bugüne dek pek dokunulmamış
hikâyeleri işliyorsunuz. Yani senaryo Ümit Ünal filmleri için hep dikkat çeken,
öne çıkan bir kıstas olarak kalıyor. Bu sizin seyirciye yansıtmak istediğiniz
bir durum mu, yoksa mevzu kendi hâlinde mi ilerliyor?
Sanatta bir mecburiyet hissi olmalı. Sait
Faik'in “Yazmasaydım ölecektim” dediği gibi, gerçekten yazmaya, resim yapmaya,
film çekmeye vb mecbur olduğunuz için yaparsınız. Bu bazen, sanat aynı zamanda
mesleğiniz olduğunda ve yeteneğinizi kullanarak hayatınızı kazanmaya
çalıştığınızda; kira ödemek, gündelik hayatı sürdürmek için de bir mecburiyet
haline gelebilir. Ama asıl kastettiğim elbette, içsel bir mecburiyet hissi.
Anlatmak istediğiniz şeyler canınızı yakmalı, dış dünyaya çıkıp sizin
ağzınızdan bir hikayeye dönüşmek için sizi zorlamalı, kendinizi patlayacak gibi
hissetmelisiniz. İlk yazdığım senaryodan son filmime kadar o mecburiyet hissi
olmadan bir iş yaptığımda, “ticari” olsun, “para kazanalım” vb diye davrandığımda
işler kötü ya da vasat oldu. Ancak gerçek bir aciliyet duygusuyla, “bunu
mutlaka yapmam lazım” hissiyle yaptığım filmler güzel oldu.
1986
yapımı bir film “Teyzem” ve siz o dönemin çok gerisinde bir teknolojiyle
çekildiğini düşündüğünüz için filmi yeniden çekmek istiyorsunuz, en azından
cebinizde böyle bir hayaliniz var. Filmde öne çıkan iki kıstas mevcut: senaryo
ve oyunculuklar, izleyen herkes üzerinde böyle bir etki yarattığına inanıyorum.
Senaryo sahibinde, dolayısıyla herhangi bir tekleme yaşanmayacaktır ancak
Üftade herkesin başarılı Müjde Ar performansı ile hatırladığı bir karakter.
Bugün filmi çekme fırsatı bulsanız, gönlünüzdeki kastı kimler oluşturur?
Teyzem'i yeniden çekme arzumun sebebi sadece kötü bir
teknikle çekilmiş olması değil. Hikaye doğrudan benim hayatımdan
kaynaklanıyordu ve çekilebilmesi için özgün senaryoda çok sevdiğim birkaç
şeyden vazgeçmek zorunda kaldım. En önemlisi özgün bir üsluptan vazgeçtim,
çünkü Halit Refiğ'le senaryoya çok farklı bakış açılarından yaklaşıyorduk.
Ortaya çıkan film yıllar içinde tüm kusurlarına rağmen sevildi, çünkü hikayesi
çok güçlüydü ve o güne kadar Türk sinemasında rastlanmayan karakterler,
durumlardan bahsediyordu. Ama film daha büyük hayalleri olan 21 yaşında biri
olarak beni hem teknik hem de üslup açısından, hiçbir şekilde tatmin etmemişti.
Filmin bitmiş halini ilk seyrettiğim günden beri yeniden çekmeyi ve hikayemi
kendi istediğim gibi yeniden anlatmayı hayal ettim. Geçen yılki macera maalesef
sonuçlanamadı, bir büyük yapım şirketiyle uzun uzun görüştük ama araya mali
sorunlar girdi. Şu an proje beklemede, eğer ilgilenen bir yapımcı bulursam
elbette oyuncu seçiminde bir çok olasılık düşünülecektir. Şu an için aklımda
oyuncu önerisi yok.
Sizin
gibi yönetmenlerin pek yapmadığı bir şey yaparak iki televizyon dizisi
yönettiniz ve her ikisi de kendi hayranlarını oluşturan, özel projeler oldu.
Ekran projelerinin devamı gelecek mi?
Sinema projelerinde fazlasıyla kendi burnumun
dikine giden biriyim. Bunun bedelini de uzun vadede sevilen, ödüller alan,
akademik incelemelere konu olan ama ticari sinemada iş yapmayan filmler yaparak
ödüyorum. Bu yüzden de, bir çok başka yönetmen gibi hayatımı sürdürmek için
başka işler yapmam gerek. Başka iş derken, yazmak ve film yönetmek dışında bir
iş bilmediğim için bunları kapsayan bir alanda bir şeyler yapmam şart. TV'de
doğru tasarlanmış işlerde yer almayı seviyorum. Sinemadan çok farklı bir iş,
kuralları bambaşka ama yine en sevdiğim işi yapıyorum: Bir hikaye anlatmak. En
güzel tarafı da seyirci tepkisini hemen alabiliyorsunuz. İyi bir ekiple, iyi
bir oyuncu kadrosuyla güzel, kalıcı işler yapmak mümkün. Geçen sene hem yazıp
hem çektiğim “Çıplak Gerçek” sırasında çok mutluydum. Dizi büyük ratingler
yapmadı, sonuçta yaz için tasarlanmış 16 bölümlük bir mini diziydi. Yine de bir
TV dizisi için çok çok iyi eleştiriler aldı. Dizi işlerinin devamı gelecek
elbette.
“Nar”
bana göre 2011’in en iyi filmlerinden biriydi, hatta sinema tarihimiz üzerine
bir değerlendirme yapılsa adı anılması gereken özel filmlerden.. Aynı şekilde 9
ve Ara da çekildiği yıllar arasında diğer yapımlardan rahatlıkla sıyrılan
filmler ve özlerinde sağlam bir gerilim var. Gerilim özellikle tercih ettiniz
bir üslup mu yoksa, hikâyelerini anlattığınız insanların iletişimi ister
istemez bir gerilim döngüsü mü yaratıyor?
Ben tür filmi yapmayı sevmiyorum. İki kere
denedim ve çok da başarılı olamadım. Asıl beğendiğim filmlerimin içinde her
türden unsur var. Gerilim, dram, komedi anları peş peşe gelebiliyor. Bence hayat
da biraz böyle. Ya da ben hayatımı böyle yaşıyorum diyelim. Filmlerimde ortaya
çıkan gerilim, “gerilim filmi olsun” diye yaratılmış bir üslup değil,
hikayelerin doğasından kaynaklanıyor. Hele tek mekan filmlerimde, o
karakterleri, o koşullarda tek mekana sıkıştırınca ister istemez bir basınç
doğuyor ve bu da gerilime yol açıyor.
Herkesin merak ettiği yeni projeler..
Ara, 9, Anlat İstanbul, Nar sonrasında tıpkı onlar kadar tatminkar olacağına
daha şimdiden inandığımız projeler.. Yeni bir Ümit Ünal filmini ne zaman
izleyeceğiz?
Şu an çekmecemde üç bitmiş senaryo var.
Teyzem, Sultan Mutfakta ve son senaryom Memleket. Üçü de maalesef 9, ARA ya da NAR gibi küçük bütçeli değil,
finansal manada zorlayıcı filmler. O yüzden hangisi öne çıkar, hangisi daha
önce yapılır bilmiyorum. Bir yandan da çok küçük bütçeyle tek mekanda
çekilebilecek bir şey daha yazıyorum, surreal bir hikaye. Korku unsurları ağır
basıyor. Belki de en yakın gelecekte o çıkar karşınıza. Henüz bilmiyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder