Bir çift göz açıldı geceye. Deniz, koyu karanlık ve rüzgar..
Gül’ün bu sahilde gördüğü yedinci rüyaydı, şimdilik. Serin
taşlı kumlara basan çıplak ayakları üşürken, rüzgâra çarpan avuç içleri
terliyordu. Bir çıkış kapısı yoktu henüz, devam etmeliydi bu bilinmez karanlığa
bir kez daha dalmaya. Ulumalar ve gaip ıslıklarla birlikte dalgalar ayağına
ulaşana dek yürüdü. Beklerken üşüdüğünü hatırladı: Üzerinde yalnızca beyaz
geceliği vardı. İki elini vücudunda kavuşturarak biraz da olsa ısınmaya
çalıştı. Sol göğsündeki ağrıdan kurtulmaya çalışırken sandalın sesini duydu.
Görünen hiçbir şey yoktu bu zifiri karanlıkta, yalnızca duyduklarının
varlığından haberdar oluyordu insan.
Sandal kıyıya yaklaşınca fenerini yaktı Zelâl, hiçbir şey
yapmadan Gül’ün sandala gelmesini bekledi. Suratında ne bir sinir, ne de ufacık
bir tebessüm vardı. Tekinsiz bir insandı evet ancak kendisine zarar
vermeyeceğini bildiğinden korkmuyordu Gül ondan. Hatta en az kendi kadar
üzülüyordu ona, zira onun da bir mecburiyet esiri olduğunu düşünüyordu hep. Gül
sandala adım atar atmaz kürek çekmeye koyuldu Zelâl. Geçmişteki altı rüyası
boyunca aralarından tek bir kelam bile geçmemişti ancak bu defa onun üşüdüğünü
tahmin ederek sandalın kıçına fırlattığı ceketini ona uzattı. Gül istemeye
istemeye kabul etti ceketi ve hemen üzerine attı. Bu yolcuğun belli belirsiz
yirmi dakika kadar sürdüğünü biliyordu Gül ve bu yirmi dakikayı yalnızca
düşünmekle geçiriyordu. Bu karanlığın bir güneşle yırtıldığını, tenine vuran sert
ayazın yerini yaz sıcağına bırakmasını hayâl etti. Karşısındaki Attila
olabilirdi mesela ve öyle olsa ayaklarını hiç düşünmeden suya değdirirdi belki.
Fenerin suya yansımasına baktı uzun uzun, denizin dibinde hareket eden
balıkların olduğunu düşündü. Şu an bedeninin sıcak bir yatak üzerinde, güvende
olduğunu biliyordu ve kafasının içinde yaşanan bu karmaşa için en çok kendine
kızıyordu. Çünkü onu bu karmaşıklığa iten kendinden başka kimse olamazdı.
Akşamüzeri eve giderken kalabalıktan sıkılmış ve kendini
otobüsten atıp sahil boyu uzunca yürümüştü. Kulağına taktığı kulaklık ve iPod’unda
çalan şarkılarla birlikte hiç olmazsa yarım saatliğine dünyevi yorgunluğu
atmıştı üzerinden. Henüz eve gitmek istemediğini anladığında ise kardeşi Ebru’ya
mesaj atıp onu da çağırmıştı yanına. Birlikte uzun uzun vitrinlere baktıktan
sonra Sarıyer sahilinde birer çay içip eve geçmişlerdi. Akşamları yemek
yemediği için vakit kaybetmeden duşa girdi ve annesinin her hafta izlediği
dizilerden birini yarım yamalak izledikten sonra odasına geçti. Ofisteki
arkadaş grubuyla mesajlaştıktan sonra uykusuna direnemeden yatağına girdi.
Yolculukları bitmek üzereyken hava hafiften ağarmaya başladı
ve rüyada onu en çok tedirgin eden kısmın biraz sonra başlayacağını anladı.
Devasa ardışık kayalıkların arasından yavaş ve dikkatlice geçtikten sonra deniz
kıpkırmızı kesildi nihayet. Her defasında bir kan birikintisi üzerinde
yüzdüklerini düşünen Gül üzerindeki ceketi bir kenara bırakıp ayağa kalktı.
Rüzgâr şimdi daha sıcak öpüyordu tenini ancak bir türlü rahatlayamıyordu. Uzaktan
ufak bir nokta olarak görünen cam fanusa dikti gözünü. Elini istem dışı sol
göğsünün üzerine götürdü. Hayatındaki en ağır acıya sıkışıp kalmıştı. Nefesleri
azalmaya, gözleri yaşarmaya başladı fakat ağlayamıyordu. Ne kadar istese de
ağlayamıyordu. Belki de bunun sebebi gözünden akan ilk damlayla birlikte
rahatlayacak olmasıydı. Gözlerini hiç ayırmadan fanusa bakmayı sürdürdü. Zelâl
ise içten içe üzülür gibi baktı yüzüne. Üzülmüyordu! Bu rüyalar olmasa onu
başka nasıl görebilirdi? Tıpkı kendisi gibi onun da bu rüyalara hapsolmasını
istiyordu.
“Buraya kadar” dedi Zelâl buz gibi sesiyle. Gül ona bakmadan
ayağını kırmızı suya attı: Suyun boyu dizlerine yetişiyordu ancak. Çamura
gömülen ayakları yorulmuştu hemen, yürümekte zorlanıyordu. Kafasını kaldırıp
üzerinden geçen kuzgunlara baktı. Oradaydı..
Fanusun içinde çırılçıplak çırpınan annesini görür görmez
çığlık atmaya başladı ve etraftaki sessizliği var gücüyle deldi. Annesi de
çığlık atıyor olmalıydı ancak sesini yalnızca kendisi duyabilirdi. İnsan bir
tek kendisiyle yüzleşemez hayatı boyunca / Herkese nefes bulur, kendine asla.. Fanusun
olduğu uçurumda üzeri kanlarla babasını gördü bu kez. Elinde hâlâ sıcacık kan bulunan
bıçağıyla birlikte fanusa doğru yürüdü.
Bir kez daha var gücüyle çığlık attıktan sonra ne olduğunu
anlamadan suyun içine yığıldı Gül: Ağzını kapatan bir çift el dışarı çıkmasını
engelliyordu. Ellerini dışarı salarak düşmanının kim olduğunu bilmeden karşı
koymaya çalıştı ancak başarısız oldu ve çırpınmaya devam etti. Nefesinin
kesilmek üzere olduğunu anladı, çaresiz ağzını açıp kendisini boğmaya çalışan
eli ısırdı ve kanlı su ağzına doldu. Keskin, acı bir tadı vardı ve genzi alev
alev yanıyordu. Nihayet kurtulmasının imkânsızlığını anlayınca ise daha fazla
çırpınmasının anlamsızlığını da görerek boğulmaya teslim oldu.
Bir çift göz açıldı güne. Ferah ve aydınlık..
Gül nefes nefese doğruldu yatağında. Yedinci kez gördüğü bu rüyayı
sanki ilk kez görüyormuş gibi hissetti geçmişi hatırlamayarak. Sol göğsü tuhaf
bir şekilde rüyada hissettiğinden daha çok ağrıyordu şimdi ve elini oraya
götürerek yavaşça ovmaya başladı. Komodinin üzerinden aldığı telefonun ekranını
aydınlatarak saatine baktı: Yaklaşık bir saat daha vakti olduğunu görünce ise
kafasını tekrar yastığına yasladı. Gözlerini kapatıp acısını dindireceğini
umarak sol göğsüne doğru yaslandı. Son bir sancıyla açılan gözleri komodinin
üzerinde duran kağıda takıldı. Birkaç dakika kağıda baktıktan sonra tekrar
doğruldu ve kağıdı eline aldı: “Seni buldum – Zelâl”.
çok iyi yazmışsın gerçekten. gerçekten çok etkileyici. bence bloğunun yorum almamasının tek sebebi, senin başka bloglara yorum yapmaman. yani, yorum yap. bloglar aleminde dostlar edin.
YanıtlaSilMerhaba, öncelikle güzel cümlelerin için çok teşekkür ederim. Önerini de muhakkak dikkate alacağım.
Sil