İnsan bir kez karanlığa dokundu mu kaybettiği masumiyetinin
asla geri dönmeyeceğini anlar. Soğuk ve dönüşsüzdür çünkü karanlık. Tam “Bir
daha olmayacak” dediğin anda çıkar karşına, katil bir hevesle. Yalnızlık en çok
o zaman hissedilir: Etrafındakilere hatta kendine rağmen.
İçindeki korku ve şaşkınlık hissi değişmeden uzun uzun Zelâl’in
notuna baktı Gül. Hâlâ bir rüyanın içinde olmayı umuyordu. Kendisi inanmak
istemediği bir korkuyla yüzleşirken uyuyan ailesinin uyku seslerini dinliyordu
bir yandan. Çıplak ayaklarını yavaşça yere değdirip ayaklandı: Anne ve
babasının yatak odasına gidip kapı aralığından onları seyretti. Onları
gördükten sonra biraz da olsa rahatladı ve evden çıkmaya karar verdi. Gardıroptan
gelişigüzel aldığı giysileri üzerine geçirdikten sonra hızlı adımlarla evden
çıktı: Zelâl’in notunu da alarak!
Rüyasını ve yaşadıklarını düşünerek hızlı adımlarla, nefes
nefese kalana dek yürüdü. Sahile vardığında biraz olsun dinlenmek istedi ve
sabahın ilk simitçisinden aldığı simitle kahvaltı yapmaya karar verdi. Birkaç
lokmadan fazlasını yiyemeden ayaklandı tekrar: İşe gidemeyeceğini anladı ve işyerine
haber verdi. Telefonuna gelen mesajları göz ucuyla kontrol etti ve az önce
oturduğu banka geçip denizi seyretti. Bunun tuhaf bir şaka olabileceğini
düşündü önce fakat rüyasından henüz kimseye bahsetmemişti. Pantolonun cebine
sıkıştırdığı notu tekrar eline alarak inceledi. Kusursuz güzellikte bir yazıyla
yazılmıştı. Zelâl’in yazısını hiçbir zaman düşünmemişti tabii ancak bu kadar
güzel olmasını da bekleyemezdi herhalde. Şu an, yani uyanıkken bir rüyada
olduğu düşüncesi çok daha mantıklı geliyordu ona. Belki de hâlâ uyanmamıştı ya
da sürekli başka bir rüyanın içine uyanıyordu. Aklında ardı arkası kesilmeyen teoriler
belirirken ofisten arkadaşı Doğu’nun izinli olduğunu hatırladı. Hemen
telefonunu çantasından çıkardı ve Doğu’yu aradı: Cevap vermiyordu! Uyuyor
olduğunu tahmin ederek yılmadan birkaç kez daha aradı. Birileriyle konuşmaya
ihtiyacı vardı ve şu an için en uygun insanın o olduğuna karar verdi. Doğu
yedinci aramada telefonunu açtı. Uyku sersemi olan arkadaşını yanına gelmeye
ikna etmesi tahmin ettiğinden uzun sürdü. Bankta yaklaşık bir buçuk saat geçirdikten
sonra Doğu ile buluşmak üzere çarşıya doğru yürüdü. Birlikte adam akıllı
kahvaltı ettikten sonra Gül rüyasını ve yaşadığı her şeyi tek tek anlattı Doğu’ya.
Doğu sanki bütün gerçeklerin yanında duruyormuş gibi hemen inandı anlattıklarına.
Gül ise önce şaşırdı, sonra da bunun üzerinde durmaması gerektiğini düşündü.
Yaşadıklarını anlattığı tek insan yanındaydı ve belki de birlikte bir çözüme
ulaşabileceklerdi.
“Kendini kötü hissetmen gerekmiyor” dedi Doğu kendinden emin
bir şekilde. “Anlattıklarım mantıklı mı geliyor sana” dedi Gül daha fazla
gerilerek.
“Yaşadığın her şeyin farkındayım, ne kadar korktuğunun da
ama korkmak için henüz erken. Gördüğün rüyaların bir anlamı var.” / “Sen şimdi
yaşadıklarımı zaten bildiğini mi söylüyorsun?” / “Bir sene önce hayatına tam da
bu an için girdim Gül. Bana ihtiyacın olsun diye!” / “Delirmişsin sen. Bunlar nasıl gerçek
olabilir?” / “Rüyaların sandığın kadar masum değil Gül. Gördüğün her şeyin bir
anlamı ve sebebi var. Ateş görürsen yanarsın, kan görürsen ölürsün.”
Duyduklarını karşısında ne yapacağını şaşıran Gül şaşkınca
etrafına baktı.
“Zelâl kim?” / “Bunu ben de bilmiyorum ve anladığım
kadarıyla öğrenmemiz şimdilik zor. Daha önemli olan şey ona uzanan yolda ne
yapacağımız.” / “Ben ona ulaşmak istemiyorum, aksine ondan kaçmam gerek.” / “İşte
bu çok zor. Çünkü çok uzun zamandan beri seni bekliyor, ondan asla kaçamazsın.”
/ “İyi de beni bulup ne yapacak? Hâlâ bir gerçeğin içinde olduğuma
inanamıyorum.” / “Öncelikle bu gerçekle yüzleşsen iyi olur. Çünkü bu gerçekten
kaçmaya çalışırsan korktuğun karanlığın içinde boğulursun.” / “Peki ya sen.. Sen
de mi düşmanımsın?” / “Zelâl’i düşmanın olarak mı görüyorsun? Rüyalarında ona
karşı sempati beslediğini düşünüyordum ben.” / “Onu gördün mü?” / “Gördüğün her
şeyi ben de gördüm, bildiğin her şeyi ben de biliyorum.” / “Peki neden sustun,
neden uyarmadın beni?” / “Bir yolun sonunda yanacağını bilsen o yola yürür
müsün?” / “Seni arkadaşım sanıyordum.” / “Ben senin arkadaşınım.. Hatta daha da
fazlası. Bu yolda birlikte yürümek zorundayız Gül. Bunu ben istemiş olamam
değil mi?” / “Çok korkuyorum..” / “Korkmana gerek yok. Öncelikle rüyalarını
kontrol etmeye çalışacağız, daha da vahim bir hâl almadan önce.” / “Nasıl?” / “Rüyalarını
kontrol etmen için daha önce de bu tür
vakalarla ilgilenen birinden destek alacağız: Gülriz. Seni boğmaya çalışanın
kim olduğundan başlayarak rüyandaki bütün gizeme ulaşacağız.” / “Rüyamda beni
kimin boğduğunun ne önemi var?” / “Gördüklerin gelecekten Gül, engellemezsen
olacaklar.”
Birkaç saat daha konuştuktan sonra ayrıldılar. Sabah kendini
dışarı attığı andakinden daha kötü hissediyordu Gül. Gerçekle yüzleşmişti
çünkü, yüzleşmek zorunda kalmıştı. Evdekilere hesap vermemek için biraz daha
oyalandı ve işten dönüyormuş gibi tam saatinde döndü eve. Kimsenin yüzüne
bakmadan odasına geçti ve kendini yatağa attı. Ebru henüz duşa girmişti. Elini
cebine sokup Zelâl’in notunu aldı. Ağlamak istiyor ancak buna bile cesaret edemiyordu.
Notu sabah bulduğu yere, komodinin üzerine koyarak yatakta kıvrandı. Tam
gözlerini kapamışken telefonundan gelen bildirim sesiyle irkildi. Ayağa kalkıp
telefonunu eline aldı ancak herhangi bir bildirime rastlayamadı. Tam yatağına
geri dönerken bildirimin Ebru’nun telefonuna geldiğini anladı. Bakmakla
bakmamak arasında gidip geldi ancak merakına yenik düşerek eline aldı telefonu:
“Gül’e hafta sonu uçuşum olduğunu söyledim. Rahatça görüşebiliriz sevgilim. –
Attila”
Sevdiklerinizin ihanetine uğradığınız anları düşünün,
kalbinize gaip bıçakların saplandığı o karanlık anlar. Tıpkı karanlığın kendisi
gibi bu anlar da engeller insanın bildiği gibi olmasını. Çünkü ihanet değil
sevmek acıtır insanı en çok.
Mükemmel! Devamını sabırsızlıkla bekliyorum :)
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim, düğümün çözülmesine çok az kaldı!
SilAh Ebru ve Atilla.. Bu olmamaliydi.. Devamini sabirsizlikla bekliyorum. ..
YanıtlaSilBelki de yaşanan olaylar henüz yaşanmayanlara göre daha masumdur, bize düşen şimdilik beklemek.
YanıtlaSil