1 Mayıs 2014 Perşembe

Avaz: "Sadece Katiller Ölür"


Her yalan bir başkasının gerçeği ve her doğru en az bir yalancının katilidir.

İnsan en çok masumiyetini kaybettiğinde kanar: İçindeki ölü çocuklar tek tek uyandığında. Acı çoğu zaman beyhude, sızı ise bâkidir. Bir de gözü kapalı teslim olduklarımız vardır ki; onların yok ettikleri masumiyet insanı hiç görmediği bir hırçınlığa savurur.

Elindeki telefonun ekranına tekrar tekrar bakan – sanki bir sonraki baktığında başka bir şey yazacağını umarak – Gül ekranı kapatıp bilinçsizce dizlerinin üstüne yığıldı. Hayatı boyunca yaşadığı en büyük ihanet ensesinde durmuş onunla yüzleşmeyi beklerken o, ne ara bu kadar derin karanlığa gömüldüğünü düşünüp göğsündeki giderek artan sancı ile boğuşuyordu. Ellerindeki mecnunane titreyiş ya da boğazını yırtan nefesler geçici değildi. Onlarla yaşamaya alışması gerektiğini hissediyordu zira bu gösterişli muhîs kapılarını yeni yeni açıyordu.

Ebru odaya girdiğinde Gül yatağına uzanmış uyuma taklidi yapıyordu. Birkaç saate kadar bütün sevgisini bağladığı kardeşine karşı belirgin bir his bulmaya çalışıyordu kalbinde. Nefret değildi bu..  Ne kadar istese de ondan nefret edemeyeceğini anlayacak ve çaresizliğine olan kızgınlığı çoğalacaktı. Ebru giyindikten sonra telefonunu eline alıp yatağına uzandı. Yüzünde sinsi bir tebessüm belirdikten sonra Gül’e baktı. Ne kadar aptaldı! Attila ile Ebru’nun arasındaki ilişki tanışmalarından birkaç gün sonra başlamıştı. Attila’nın açığa vurduğu duygular hiç sekmeden sahibini bulmuştu. Ebru daha ilk anda bu kavşağın içine hiç düşünmeden dalmıştı. İnsanın hayatı boyunca yalnızca bir kez aşık olabileceğine inanırdı ve doğal olarak bu duyguları Attila’dan başkasına saklamanın imkânsızlığının da farkındaydı. Gül’e birkaç kez üzülmeyi denemiş ancak samimi olamamıştı. Bu durumun saklanmaya müsâit olmadığını da biliyordu tabii ancak şimdilik kimsenin öğrenmesi de pek mümkün değildi. Ebru ışığı söndürüp yatağa uzandıktan sonra Gül telefonuna sarılıp Doğu’ya mesaj attı. Madem dünyası kabusa dönmüştü o zaman o da kabusunu makul kaderi olarak kabullenebilirdi. Doğu’ya hemen bu gece Gülriz’le buluşmak istediğini söyledi ve bir saat sonra Sarıyer’de buluşmak üzere anlaştılar. Doğu her zamanki gibi on dakika gecikmeyle vardı buluşma yerine. Gül ne yazık ki onu eskisi kadar yakın görmüyordu kendine, güvenemiyordu daha doğrusu fakat güvenmek zorunda olduğunun da pekâlâ farkındaydı. Sarıyer’de önce Bebek sonra da Beşiktaş’a doğru yürüdüler. Yürümek ve çıktığı yola varmamak çok rahatlatıyordu onu. Darphanenin arka tarafından dolaştıktan sonra Dikilitaş karakolundaki yokuştan sapıp Şair Leyla sokağı buldular. Doğu elindeki kağıdı inceleyerek tek tek bina numaralarına bakıyordu ve sonunda yedi numaradaki bîtap evin önünde durdular. Kapıyı yavaşca vurup birkaç dakika beklediler.

Gülriz kapıya dokunan ilk elle birlikte açtı gözlerini. Gül ile karşılaşacak olmalarının heyecanıyla koşar adım indi merdivenlerden: Onun gelmesini tam yedi yıldır büyük bir hasretle bekliyordu ne de olsa. Uykuya bulanan gözleri kapıdan sızan ilk ışığın muntazar acısıyla kapandı ve kalbi yıllar sonra ilk kez heyecana kavuşmanın dalaleti içindeydi.

Hoş geldiniz” dedi kısık ve rahatsız edici, yorgun sesiyle. “Bugün geleceğinizi hissettim. En çok bu gece. Senelerdir bekliyorum ama bu gece geleceğinizi hissettim.”

Gül daha fazla ne kadar şaşırabileceğini bilemeden karşısındaki kadını inceledi. Kurşuni saçları ve cılız bedeninin yanında onun aslında genç bir kadın olduğunu düşündü. Bir savaşın tam ortasında kalmış, darmadağın bir kalp. Evin içinde ağır ve rahatsız edici bir koku vardı. Gülriz tek tek yaktığı lambalarla birlikte bu kasvetli ortamı bir nebze de olsa yok ediyordu. Doğu salonun tam ortasında bulunan kanepenin ucuna, Gül de hemen onun yanına oturdu. Gülriz hiç sapmadan Gül’ün köşesinde bulunan koltuğa geçti. Ona sanki hayatının aşkı yıllar süren bir hasretten kopup karşısına geçmiş gibi bakıyordu. Gül ise biraz korku, biraz da rahatsızlıkla kadının gözlerine bakmamaya çalışıyordu.

Bu gece oraya bir kez daha gideceksin. Hazır mısın?” dedi çatallaşmış sesini bir kez daha duyurarak. “Nasıl yani? Oraya tekrar gidemem, buraya da bunun için geldim zaten: Beni bu kabustan kurtarman için". Gül’ün endişesine hak veren Doğu hemen araya girdi: “Gülriz’in amacı da bu zaten. Ama önce bu rüyayla yüzleşmen gerekiyor. Bu rüya gerçeğe dönüştüğünde hazırlıksız olmamalısın.” Gül kalbi titreyerek Doğu’nun elini tuttu. Ebru’yu, Attila’yı, annesini ve Zelâl’i düşündükten sonra boşaldı. Biriktirdiği bütün gözyaşlarını tüketme hevesiyle hıçkırarak Doğu’ya sarıldı.

Bana yardım et, yalvarırım bana yardım et. Nasıl bir şey olduğunu bilemezsin. Beynime hapsoldum. Kendi gerçeğim bana acı veriyor. Yalvarırım kurtar beni, oraya gitmekten kurtar beni.” / “Sana söz veriyorum Gül, inan amacım bu. Seni bu kabustan kurtaracağız ama karanlığı mum ışığıyla yok edemezsin. Bütün kırgınlıklarını bir kenara bırak, bunları hepsi fazlada yük. Yalnızca mutlu anlarını al omzuna ve korkunun üstüne yürü". Gülriz hiç beklemediği bir şekilde Gül’ün ellerini tuttu. “Hayatımı bu an için yaşadım, yemin ederim kurtaracağım seni. Yalnızca bana güven, korkma. İçime baksan ve sana nasıl bağlı olduğumu görsen şaşırırsın. Seni kurtaracağım efendim, bu benim ölümüm olsa bile.”

Gül yanı başında duran bu iki insanın samimiyetine inanıp kapadı gözlerini. Bir çift göz açıldı geceye. Deniz, koyu karanlık ve rüzgar.. Gül’ün bu sahilde gördüğü sekizinci rüyaydı, şimdilik. Serin taşlı kumlara basan çıplak ayakları üşürken, rüzgara çarpan avuç içleri terliyordu. Bir çıkış kapısı yoktu henüz, devam etmeliydi bu bilinmez karanlığa bir kez daha dalmaya. Birkaç adım attıktan sonra sandalın kendisini beklediğini gördü fakat içinde Zelâl yoktu. Hemen sandalın içinde duran feneri alıp etrafına bakındı. Tam arkasını dönecekken ensesinde duyduğu bir nefesle birlikte yere yığıldı.

Korkma” dedi Zelâl elinden tutup. “Çok az kaldı. Bitmesine çok az kaldı.”

Gül kilitlenmiş bir şekilde düştüğü yerden Zelâl’i izliyordu. Yedi rüyası boyunca aynı şeyleri görüp, aynı şeyleri yapmıştı ama şimdi değişen bir şeyler vardı. Bu onu korkutmak yerine rahatladı ve ancak bu şekilde kendine gelip ayaklandı.

Korkmuyorum. Bu benim rüyam.. Onu ancak ben sona erdirebilirim. Bana yardım et Zelâl.”

Zelâl’in gözleri öyle bir parladı ki, Gül bunu görse onun kendine aşık olduğunu hemen anlardı. Birlikte sekizinci kez sandala binip kan gölüne doğru sürüklendiler. Kayaların arasından geçip kabusun kalbine ulaştıklarında bu kez Zelâl de indi sandaldan. Gül tek bir bakışıyla neler olduğunu anlamak istediğini söyledi.

Bu gece katilini göreceksin. Babanın bıçağındaki kanı görür görmez arkanı dön, çünkü ben gitmiş olacağım.

Kafasını salladı Gül ve annesinin acısıyla göz göze geldi. Daha önce gördüğü yedi rüyanın aksine bu kez daha az bağırdı Gül. Bir gerçeğin içinde olmadığının bilincindeydi çünkü. En azından şimdilik huzursuz olması gerekmiyordu. Babasının kanlı bıçağıyla birlikte annesinin üzerine yürüdüğünü gören Gül nefesini tuttu ve göğsündeki korkulu heyecanla birlikte arkasını döndü.

Düşmanlarınızı, onlarla ne şekilde karşılaştığınızı hatırlayın. Kalbinize saplanan çığlıklar ve kanınızda yüzen ölü yüzler.. İnsanın en büyük düşmanı kendisidir çünkü bütün düşmanlar maktulün sevgisiyle büyür. İşte bu yüzden katiliyle yüzleşince daha öldürülmeden ölür insan. Gözleri kararan Gül kendisini boğmaya çalışanın kim olduğunu önce anlamadı ama her katilin kurbanını öldürmeden önce kendini ona gösterdiğini bildiği için bekledi. Hiçbir şey yapmadan, yapamadan bekledi. Son bir adımın sesini duymadan önce gözlerini kapatıp ellerini sıktı, sonra bir çift göz açıldı gerçeğe hiç korkmadan. Bir saat önce aynı odada nefes aldığı abisi İnan celladı olarak karşısındaydı şimdi.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder