Her yalan bir başkasının gerçeği ve her doğru
en az bir yalancının katilidir.
İnsan en çok masumiyetini kaybettiğinde kanar:
İçindeki ölü çocuklar tek tek uyandığında. Acı çoğu zaman beyhude, sızı ise
bâkidir. Bir de gözü kapalı teslim olduklarımız vardır ki; onların yok
ettikleri masumiyet insanı hiç görmediği bir hırçınlığa savurur.
Elindeki telefonun ekranına tekrar tekrar
bakan – sanki bir sonraki baktığında başka bir şey yazacağını umarak – Gül
ekranı kapatıp bilinçsizce dizlerinin üstüne yığıldı. Hayatı boyunca yaşadığı
en büyük ihanet ensesinde durmuş onunla yüzleşmeyi beklerken o, ne ara bu kadar
derin karanlığa gömüldüğünü düşünüp göğsündeki giderek artan sancı ile
boğuşuyordu. Ellerindeki mecnunane titreyiş ya da boğazını yırtan nefesler
geçici değildi. Onlarla yaşamaya alışması gerektiğini hissediyordu zira bu
gösterişli muhîs kapılarını yeni yeni açıyordu.
Ebru odaya girdiğinde Gül yatağına uzanmış
uyuma taklidi yapıyordu. Birkaç saate kadar bütün sevgisini bağladığı kardeşine
karşı belirgin bir his bulmaya çalışıyordu kalbinde. Nefret değildi bu..
Ne kadar istese de ondan nefret edemeyeceğini anlayacak ve çaresizliğine olan
kızgınlığı çoğalacaktı. Ebru giyindikten sonra telefonunu eline alıp yatağına
uzandı. Yüzünde sinsi bir tebessüm belirdikten sonra Gül’e baktı. Ne kadar
aptaldı! Attila ile Ebru’nun arasındaki ilişki
tanışmalarından birkaç gün sonra başlamıştı. Attila’nın açığa vurduğu duygular
hiç sekmeden sahibini bulmuştu. Ebru daha ilk anda bu kavşağın içine hiç
düşünmeden dalmıştı. İnsanın hayatı boyunca yalnızca bir kez aşık olabileceğine
inanırdı ve doğal olarak bu duyguları Attila’dan başkasına saklamanın
imkânsızlığının da farkındaydı. Gül’e birkaç kez üzülmeyi denemiş ancak samimi
olamamıştı. Bu durumun saklanmaya müsâit olmadığını da biliyordu tabii ancak
şimdilik kimsenin öğrenmesi de pek mümkün değildi. Ebru ışığı söndürüp yatağa uzandıktan sonra
Gül telefonuna sarılıp Doğu’ya mesaj attı. Madem dünyası kabusa dönmüştü o
zaman o da kabusunu makul kaderi olarak kabullenebilirdi. Doğu’ya hemen bu gece
Gülriz’le buluşmak istediğini söyledi ve bir saat sonra Sarıyer’de buluşmak
üzere anlaştılar. Doğu her zamanki gibi on dakika gecikmeyle vardı buluşma
yerine. Gül ne yazık ki onu eskisi kadar yakın görmüyordu kendine,
güvenemiyordu daha doğrusu fakat güvenmek zorunda olduğunun da pekâlâ
farkındaydı. Sarıyer’de önce Bebek sonra da Beşiktaş’a doğru yürüdüler. Yürümek
ve çıktığı yola varmamak çok rahatlatıyordu onu. Darphanenin arka tarafından
dolaştıktan sonra Dikilitaş karakolundaki yokuştan sapıp Şair Leyla sokağı
buldular. Doğu elindeki kağıdı inceleyerek tek tek bina numaralarına bakıyordu
ve sonunda yedi numaradaki bîtap evin önünde durdular. Kapıyı yavaşca vurup
birkaç dakika beklediler.
Gülriz kapıya dokunan ilk elle birlikte açtı
gözlerini. Gül ile karşılaşacak olmalarının heyecanıyla koşar adım indi
merdivenlerden: Onun gelmesini tam yedi yıldır büyük bir hasretle bekliyordu ne
de olsa. Uykuya bulanan gözleri kapıdan sızan ilk ışığın muntazar acısıyla
kapandı ve kalbi yıllar sonra ilk kez heyecana kavuşmanın dalaleti içindeydi.
“Hoş geldiniz” dedi kısık ve rahatsız edici,
yorgun sesiyle. “Bugün geleceğinizi hissettim. En çok bu gece. Senelerdir
bekliyorum ama bu gece geleceğinizi hissettim.”
Gül daha fazla ne kadar şaşırabileceğini
bilemeden karşısındaki kadını inceledi. Kurşuni saçları ve cılız bedeninin
yanında onun aslında genç bir kadın olduğunu düşündü. Bir savaşın tam ortasında
kalmış, darmadağın bir kalp. Evin içinde ağır ve rahatsız edici bir koku vardı.
Gülriz tek tek yaktığı lambalarla birlikte bu kasvetli ortamı bir nebze de olsa
yok ediyordu. Doğu salonun tam ortasında bulunan kanepenin ucuna, Gül de hemen
onun yanına oturdu. Gülriz hiç sapmadan Gül’ün köşesinde bulunan koltuğa geçti.
Ona sanki hayatının aşkı yıllar süren bir hasretten kopup karşısına geçmiş gibi
bakıyordu. Gül ise biraz korku, biraz da rahatsızlıkla kadının gözlerine
bakmamaya çalışıyordu.
“Bu gece oraya bir kez daha gideceksin. Hazır
mısın?” dedi çatallaşmış sesini bir kez daha duyurarak. “Nasıl yani? Oraya
tekrar gidemem, buraya da bunun için geldim zaten: Beni bu kabustan kurtarman
için". Gül’ün endişesine hak veren Doğu hemen araya
girdi: “Gülriz’in amacı da bu zaten. Ama önce bu rüyayla yüzleşmen gerekiyor.
Bu rüya gerçeğe dönüştüğünde hazırlıksız olmamalısın.” Gül kalbi titreyerek Doğu’nun elini tuttu.
Ebru’yu, Attila’yı, annesini ve Zelâl’i düşündükten sonra boşaldı. Biriktirdiği
bütün gözyaşlarını tüketme hevesiyle hıçkırarak Doğu’ya sarıldı.
“Bana yardım et, yalvarırım bana yardım et.
Nasıl bir şey olduğunu bilemezsin. Beynime hapsoldum. Kendi gerçeğim bana acı
veriyor. Yalvarırım kurtar beni, oraya gitmekten kurtar beni.” / “Sana söz
veriyorum Gül, inan amacım bu. Seni bu kabustan kurtaracağız ama karanlığı mum
ışığıyla yok edemezsin. Bütün kırgınlıklarını bir kenara bırak, bunları hepsi
fazlada yük. Yalnızca mutlu anlarını al omzuna ve korkunun üstüne yürü". Gülriz hiç beklemediği bir şekilde Gül’ün
ellerini tuttu. “Hayatımı bu an için yaşadım, yemin ederim kurtaracağım seni.
Yalnızca bana güven, korkma. İçime baksan ve sana nasıl bağlı olduğumu görsen
şaşırırsın. Seni kurtaracağım efendim, bu benim ölümüm olsa bile.”
Gül yanı başında duran bu iki insanın
samimiyetine inanıp kapadı gözlerini. Bir çift göz açıldı geceye. Deniz, koyu
karanlık ve rüzgar.. Gül’ün bu sahilde gördüğü sekizinci rüyaydı, şimdilik. Serin
taşlı kumlara basan çıplak ayakları üşürken, rüzgara çarpan avuç içleri
terliyordu. Bir çıkış kapısı yoktu henüz, devam etmeliydi bu bilinmez karanlığa
bir kez daha dalmaya. Birkaç adım attıktan sonra sandalın kendisini beklediğini
gördü fakat içinde Zelâl yoktu. Hemen sandalın içinde duran feneri alıp
etrafına bakındı. Tam arkasını dönecekken ensesinde duyduğu bir nefesle
birlikte yere yığıldı.
“Korkma” dedi Zelâl elinden
tutup. “Çok az kaldı. Bitmesine çok az kaldı.”
Gül kilitlenmiş bir şekilde
düştüğü yerden Zelâl’i izliyordu. Yedi rüyası boyunca aynı şeyleri görüp, aynı
şeyleri yapmıştı ama şimdi değişen bir şeyler vardı. Bu onu korkutmak yerine
rahatladı ve ancak bu şekilde kendine gelip ayaklandı.
“Korkmuyorum. Bu benim rüyam..
Onu ancak ben sona erdirebilirim. Bana yardım et Zelâl.”
Zelâl’in gözleri öyle bir
parladı ki, Gül bunu görse onun kendine aşık olduğunu hemen anlardı. Birlikte
sekizinci kez sandala binip kan gölüne doğru sürüklendiler. Kayaların arasından
geçip kabusun kalbine ulaştıklarında bu kez Zelâl de indi sandaldan. Gül tek
bir bakışıyla neler olduğunu anlamak istediğini söyledi.
“Bu gece katilini göreceksin.
Babanın bıçağındaki kanı görür görmez arkanı dön, çünkü ben gitmiş olacağım.”
Kafasını salladı Gül ve
annesinin acısıyla göz göze geldi. Daha önce gördüğü yedi rüyanın aksine bu kez
daha az bağırdı Gül. Bir gerçeğin içinde olmadığının bilincindeydi çünkü. En
azından şimdilik huzursuz olması gerekmiyordu. Babasının kanlı bıçağıyla
birlikte annesinin üzerine yürüdüğünü gören Gül nefesini tuttu ve göğsündeki
korkulu heyecanla birlikte arkasını döndü.
Düşmanlarınızı, onlarla ne
şekilde karşılaştığınızı hatırlayın. Kalbinize saplanan çığlıklar ve kanınızda
yüzen ölü yüzler.. İnsanın en büyük düşmanı kendisidir çünkü bütün düşmanlar
maktulün sevgisiyle büyür. İşte bu yüzden katiliyle yüzleşince daha
öldürülmeden ölür insan. Gözleri kararan Gül kendisini
boğmaya çalışanın kim olduğunu önce anlamadı ama her katilin kurbanını
öldürmeden önce kendini ona gösterdiğini bildiği için bekledi. Hiçbir şey
yapmadan, yapamadan bekledi. Son bir adımın sesini duymadan önce gözlerini
kapatıp ellerini sıktı, sonra bir çift göz açıldı gerçeğe hiç korkmadan. Bir
saat önce aynı odada nefes aldığı abisi İnan celladı olarak karşısındaydı
şimdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder