3 Ekim 2014 Cuma

Avaz: "Sadece Aşıklar Hayatta Kalır"


"Ölüme ve karanlığa baktığımızda korktuğumuz şey bilinmezliktir, başka bir şey değil."

Gözlerini açıp rüyasından sıyrıldıktan sonra yalnızca Zelâl'i düşündü Gül. Bu rüya nasıl onunla ilgili olabilirdi ki, daha da önemlisi o nasıl kendisini Gül için bu kadar önemli bir konumda görebiliyordu? Artık düşünmekten yorulmuş olacaktı ki bir süre yalnızca etrafa bakıp aklındaki tüm çıkmazlardan uzaklaştı. Yanındaki bu iki insan ona yardım etmek istiyordu, buna dair bir şüphesi kalmamıştı artık ancak bir şekilde ikisini de suçlamaktan alıkoyamıyordu kendini.

"Benim artık gitmem gerek" dedi sessizliği bölerek.

"Ben seni bırakırım" dedi Doğu, Gül onun gözlerine bile bakamıyordu artık.

"Lüzumu yok, yalnız olmak bana daha iyi gelecektir."

"Ama bu sakıncalı efendim" diyerek araya girdi Gülriz.

"Lütfen artık bana efendim deme, ayrıca sandığın kadar çaresiz bir durumda değilim. Ne olacaksa olsun artık, bilinmezliklerden korkmaktan yoruldum."

"En azından buna izin verin, eve yalnız gitmeniz hiç doğru değil. Sizin bir sene içinde yaşadıklarınızı ben doğduğum andan itibaren yaşıyorum yani sizi anlamam çok mümkün."

"Onu hiç gördünüz mü?"

"Zelâl'i mi? Evet efen- yani şey ben bu hayata onun için gelmişim de denebilir. Birimiz olmayacaksak yaşamamızın da bir anlamı olmazdı. Biz birlikte büyüdük, birlikte öğrendik hayatı. O benim çocuğum."

"Nasıl yani onu siz mi doğurdunuz?"

"Hayır, ama bu onun oğlum olmasını imkânsız kılmaz."

Gül nedenini bilemeyeceği bir acıma duygusuyla salladı kafasını, gerçekten onu anlıyormuş gibi. Aslında tam olarak ne hissettiğini kendisi bile bilemezdi çünkü artık yavaş yavaş duygularıyla hareket etme yetisini kaybediyordu.

"Eğer onu görürseniz.." dedi tam ayaklanmak üzereyken.

Gülriz'in çakmak gözleri bir anda ışık aldı, umudu somutlaştırmış gözlerinde saklıyordu ve birden ortaya çıkarmıştı sanki.

".. benden uzak durmasını söyleyin."

Gülriz'in gözlerinde ışık aynı hızla kayboldu, bu kız onun masum olduğunu neden anlamak istemiyordu...

"Ben buna engel olamam" dedi direkt gözlerine bakmaya korkarak.

Kimseye tek kelime daha etmeden evi  terketti Gül. Gülriz'e attığı cesaret mavalları içini yiyip bitiriyordu şimdi. Korkuyordu çünkü, hayatından ve yarınından. Evden çıkar çıkmaz Ebru'yu aradı, yüzleşmelerinin vakti fazlasıyla gelmişti zira. Ebru cevap vermeyince saaatine baktı Gül, tam yediyi gösteriyordu ve az sonra kalkacaktı kardeşi ne de olsa. O bu düşünce içinde yürürken telefonunun sesiyle irkildi dalgınlığından.

"Nerdesin sen?" dedi Ebru ilk olarak. Yatağına dönüp bakınca onu görememiş ve başka odalardan birinde olduğunu düşünmüştü haklı olarak.

"Dışarıdayım, yarım saate kadar sahilde olabilir misin? Konuşmamız gerekiyor."

"Kafayı yedin sen herhalde, tamam hazırlan geliyorum."

***

Gül sahile vardığında Ebru bir banka yerleşmiş onu bekliyordu.

"Nerede kaldın sen salak? Ne yapmaya çalışıyorsun anlamıyorum."

Anlıyordu aslında, çünkü sevdiğini inciten her insan yüzleşmekten korktuğu bu anın geldiğini anlardı mutlaka. Ebru da anlamıştı ancak düpedüz itiraf etme cesareti onu yalnız bırakmıştı bu defa.

"Neden burada olduğumuzu biliyorsun, bunu nasıl yaptın?"

Gül elinde olmadan ağlamaya başladı. Sevdiği, koruduğu ve titrediği kardeşi, o masumluk abidesi paramparça olmuştu karşısında. Bu yalnızca onun canını acıtmıyordu üstelik, acıtamazdı da. 

"Anlamadım, elimde değildi... Yemin ederim Gül, aşık oldum. İnsan kalbine söz geçiremiyormuş, ben bile."

Karşı karşıya gelen iki yabancı değil, iki kardeşti. Bu yüzdendir ki akan gözyaşlarıyla birlikte kimse bir başkasına kalp kırıklığı bırakamıyordu.

"Hayatımda senden fazla kimseye değer vermedim ben, kendimden bile fazla... Onun benim için ne kadar önemli olduğunu biliyordun Ebru."

Ebru bir yandan ağlayarak kafasını eğdi, yüzüne bakamıyordu ablasının. Uzun zamandır suçluluk ya da pişmanlık hissetmediğini bilse de karşı karşıya geldiklerinde bütün bu duygular kalbine hücum etmişti aniden.

"Özür dilerim."

"Keşke bu kadar kolay olabilse, keşke yalnızca onu kaybetmiş olabilsem. Ama artık önemi yok, ben gidiyorum."

"Nereye?"

"Uzağa, herkesten, her şeyden uzağa gidiyorum."

"Saçmalama, hiçbir yere gidemezsin. Bunu kendi aramızda halledebiliriz."

"Bu halledebileceğimiz bir mesele değil Ebru... Kırdıklarına bak, tekrar eskisi gibi olur mu sanıyorsun? Ben bunları kaldırabilir miyim sence?"

Ebru kalbinden gelen bir kelama rastlayamadığı için sustu, yalnızca konuşmak için konuşmak ona göre değildi çünkü, her şeye rağmen!

"Kendine iyi bak, aileme de iyi bak."

Gül arkasına bakmaya teşebbüs bile etmeden yürümeye başladı, çünkü her şeye rağmen affedeceğini biliyordu. Bütün yaralarına, kırgınlıklarına ve kendine rağmen. Bu yüzdendir ki kalbinde ufacık bir pişmanlık hissetmedi. Yalnızca birkaç ay öncesi, yani her şeyin bilinmez olduğu geçmişe bile gitmek istemiyordu artık. Bütün bu yaşadıklarının gerçek olmamasını bile dilemiyordu. Çaresizdi evet ancak yaşadığı her şey gerçekti artık, korkuları bile. 

Yaklaşık on beş dakika kadar yürüdükten sonra telefonu ikinci kez çaldı, bu kez tanımadığı bir numaradan gelen mesaj için çalmıştı telefonu:

"Geri dön - Zelâl"

Okuduğu iki kelimeyle birlikte nefes alamadığını anlayıp sol göğsünü tuttu. Vakti gelmişti demek, o her şeyden çok daha fazla korktuğu anı yaşamanın vakti gelmişti. Ne yapmalıydı peki? Yeniden belirsizliğe dönmek üzere kaçmalı mı yoksa bu kabusun kalbi ile yüzleşip her şeyi sona mı erdirmeliydi? Birkaç dakika durduğu yerde bu muhakemeyi yaptıktan sonra geriye doğru yürümeye başladı. Ateşe dokunmanın vakti gelmişti, kaçmak imkânsızdı.

Geldiği yolu geri dönünce Ebru'nun orada olmadığını gördü ve biraz olsun ferahladı. Şimdi ise etrafına bakınıp onu arıyordu: Zelâl'i. Kendinden uzakta olan insanlar arasında Zelâl'i ararken siyah bir jeep önünde durdu. Demek ciddi bir gösterişle ortaya çıkmayı istiyordu Zelâl, bunca adımdan sonra buna şaşırmak çok zordu aslında. Otomobilin kapısı açıldığında Gül'ün kalbi şimdiye dek hiç olmadığı kadar hızlı çarpmaya başlamıştı. Yalnızca korkmak mıydı bunun sebebi, başka bir şey yok muydu bu korkunun içinde sahiden... Tek bir adımla karşısına geldi Zelâl, nefesi yüzüne savruldu. 

"Hazır mısın?" dedi kara gözlerini Gül'ün gözlerine dikerek.

Gül bakışlarını kaçırmaya engel olamadan kafasını salladı. Zelâl ön taraftaki koltuğun kapısını açıp onu bekledi, Gül ise başka çaresi olmadığını çok iyi bildiği için tereddütsüz geçti otomobile. 

"Hazır mısın?" dedi Zelâl arabaya geçtikten sonra bir kez daha, hâlâ gözlerine bakıyordu düpedüz.

"Evet hazırım" dedi Gül, bir kez daha ona bakmayarak.

Zelâl otomobilin radyosundan bir şarkı açtıktan sonra Gül'ün gözlerine bakıp "Artık birlikte ölebiliriz" dedi ve ani bir manevrayla denize sürdü arabayı. Gül ne olduğunu anlamadan kapıyı açmaya çalıştı fakat başaramadı. Yalnızca ona bakıyordu şimdi, bütün kötülükleri yok etmesini beklediği adama. Otomobil sert bir şekilde suya daldıktan sonra gözlerini kapattı Gül, ölmek o kadar da kötü değildi sanki. Gözlerini kapattı ve dinledi hâlâ fısıldayan şarkıyı:

"Kopar gider içimden aşk, tutamam ellerim ateş / Sabahımız yok sevdiğim, doğmaz artık bize güneş."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder